Doğa Tarihi
Doğa Tarihi
Dünyanın
kendi etrafında dönmediğini hissettiği an paniğe kapılıveriyordu Doğa. İçinde
bulunduğu iş ortamı da bu paniği acımasızca köpürtüyordu. Hep merkezde
olmalıydı. Hep farklı olmalıydı. Farkı fark edilmeliydi. Kalitesi gözle
görülmeliydi. Kesintisiz olarak arzulanmalıydı. İştah, takdir ve kıskançlık
dolu gözler hep üzerinde olmalıydı. Yıllar sonra sağda solda küçük adamların
belirmeye başlaması da bu takıntının eseri olacaktı.
Doğa, 420 aylık bir bebekti. Pembemsi. Lacivert lensli. Ilık kokulu. Göğüslerine
silikon yaptırsa mıydı? Site güvenliğinin yanından yavaşlayarak geçiyordu.
“Etiniz nasıl pişsin Doğa Hanım?” Plazanın eksi yedinci katında yarı İngilizce
yarı Türkçe PowerPoint sunumu yapıyordu. Cafe Jungle. Londra. Sepultura
tişörtü. Elektronik sigara. Doğa’nın en sevdiği mevsim, yazdı. Facebook’ta
yorumlar çook güzeldi. Doğa, “bomba gibiydi”. Alev olmasa, şu küçük
kırışıklıklar, Onur ve diğer metal turnikeler...
Hakan Bıçakcı, metropol tekinsizliğine bu defa bir kadının gözünden bakıyor.
Rekabetin, teşhirin, güzel ve mutlu görünmenin dayanılmaz baskısını Doğa’yla
resmediyor.
Doğa Tarihi, plaza-site-alışveriş merkezi üçgeninde sıkışmış hayatları anlatan,
günümüzde geçen bir distopya.